Din Dilinin Türkçeleştirilmesi

Toplumumuzda giderek “inakçı” (dogmacı) düşünce yapısı yaygınlaşıyor. Bunu üzülerek söylüyorum; fakat insanlar artık birçok şeyi sorgulamadan, önlerine sunulduğu gibi kabul ediyorlar. Hani insanların “yumuşak karnı” diye yorumladıkları belli duyarlılıkları vardır ya? İşte günümüzde insanlar özellikle dinsel boyuttaki düşünce yapılarını ve uygulamaları pek sorgulama yoluna gitmiyorlar. Elbette Tanrı‘nın bize buyurduklarını sorgulamak doğru değildir. Fakat bazı insanların söylemlerine “Tanrısal” özellik kazandırarak, onu topluma dayatmaya çalışması, kuşkusuz sorgulanmalıdır. Bu sorgulama olgusuna bir örnek vereyim: Suyu üç yudumda içmek, ters dönmüş bir terliği düzeltmek, lavaboya sol ayakla girip sağ ayakla çıkmak… gibi toplumca benimsenmiş davranışların “neden” yapıldığını çoğu kimse bilmez. Eğer bunların “hangi mantıkla” böyle yapıldığını bilir ve uygularsa, ne mutlu…

Şimdi kişilerin sorgulamadan kabul ettikleri dinsel anlamdaki farklı bir boyuta dikkatinizi çekmek istiyorum: “Din dili“…Tarihimize baktığımızda, geçen binlerce yıl içerisinde birçok dini benimsediğimizi, en çok da Gök Tanrı Dini ve İslamiyet etkisinde kaldığımızı görürüz. Fakat İslam‘dan önce kabul ettiğimiz ve başka uluslardan aldığımız bütün dinlerde, hep “inanç” boyutunda alıntılar yapmış, dini kendi dilimizle anlamaya / uygulamaya çalışmışken, İslam dinini benimsedikten sonra dilimize büyük bir hızla Arapça - Farsça sözcükler girmeye başlamıştır. Bu da, yalnızca “inancını” benimsediğimiz bir din ile, din boyutunda öz dilimizden uzaklaşmamıza neden olmuştur. Şöyle ki İslamiyet’ten önce de onun yüceliğine inandığımız Ulu Tanrı‘mız, İslamiyetle birlikte “Allah” adını almış ve insanlar “Tanrı” demekten utanır hâle getirilmişlerdir. Hâlbuki ikisinde de “Yaratıcı” kastedilmektedir.

Konuyu farklı yönlere çekmeden, Türkiye’de dinsel anlamda kullanılan dilin neden Türkçeleştirilmesi gerektiğini açıklayayım: Din, insanların tinsel (manevi) boyutta doyuma ulaşmalarını sağlar. Asıl amacı, insanlara sistemleşmiş bir “inanç yapısı” sunarak, insanları o yapı içerisinde Tanrı‘ya yaklaştırmak ve bu yolla onların doyuma / hazza ulaşmasını sağlamak olan din, kuşkusuz kişilerin “anladıkları” dil ile uygulamaya geçirilmelidir. Bugün Türkiye’deki insanların % 90′ına yakınının anadilinin Türkçe olduğunu ve bu insanlar içerisinde sonradan Arapça öğrenenlerin sayısının yok denecek kadar az olduğunu düşünürsek; anadili ve resmi dili Türkçe olan bir topluma, dinlerini anlamadıkları bir dil ile yaşamlarına uygulayacakları bir dayatma yapmanın doğru bir düşünce olmadığını anlayabiliriz.



Gagauzlar: Gök Oğuz’dan Hristiyan Türkler

Karadeniz’in kuzeyine yüzyıllar önce göç eden, Oğuz boyundan gelen soydaşlarımız Gagauz (Gök Oğuz) Türkleri, bugün Türklüğü hiçbir yerde görülmeyen bir bağlılıkla yaşamaya çalışıyorlar. Yoğun çabalarıyla, güçlüklere ve baskılara rağmen kurdukları özerk yönetimle Moldova’da kendi bayrakları altında yaşamak için çabalıyorlar. Ata yurtlarından ayrılmak, Slav etkisi altına girmek ve çok defa çeşitli baskılarla oyunlara maruz kalmak, onların öz değerlerine sıkı sıkıya bağlı kalmalarını sağlamış. Böylece, diğer Oğuz boylulardan ayrılalı yüzlerce yıl geçmesine rağmen, hâlâ Oğuz Ata’nın boyuna layık olabilmek için, çevredeki çaşıtların (1) inadına Türk bilincini yaşıyor, yaşatıyorlar.

Bütün Oğuzların atası olarak kabul edilen Oğuz Kağan‘ın adından hareketle, “Gök - Oğuz” adından türeyerek oluştuğu düşünülen “Gagauz” adının kökeni hakkında farklı düşünceler de vardır. Yapılan araştırmalar, Gagauz Türkleri’nin Peçeneklerle çok yakın ilgisi olduğunu ortaya koymaktadır. Yaklaşık 11. yüzyılda Tuna’yı geçerek Balkanlar’a doğru göç eden Gagauzlar, daha sonra Ortodoks Hristiyan olmuşlar, bir dönem Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra 18 - 19. yüzyılda yaygınlaşan bağımsızlık hareketlerinden etkilenerek yeniden Tuna’ya doğru göç etmişlerdir. Sovyetler Birliği Gagauzların yerleşmesi için Tuna Nehri’nin çevresinde bir yer ayırmıştır. O dönemden beri bugün Komrat diye adlandırılan topraklarda yaşayan Gagauzlar, şu anda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kurulan Moldova Cumhuriyeti’ne bağlı “özerk” bir devlet olarak varlığını sürdürüyor. Bir “halk ayaklanması” biçiminde özerlik hakkını elde eden Gagauzlar‘ın kendi bayrakları, ulusal marşları, sınırlı yetkiler çerçevesinde yasama - yürütme - yargı erklerinin toplandığı bir meclisleri (2) ve milletvekilleri bulunuyor. Her ne kadar Moldova Anayasası’nda belirlenen sınırlılıkları aşamasa da bu özerk devlet, kendi içinde düzeni sağlayabilecek güce sahip.